OZON TEDAVİSİ
Ozon; 2 atomlu ve atmosferde bulunan oksijene (O2) bir oksijen molekülü daha eklenerek oluşturulan, oksijenin O3 formunda yüksek enerjili bir şeklidir. Renksiz ve kokusuz olan oksijenin aksine ozonun kendine has karakteristik bir kokusu bulunmaktadır.
Ozon gazı ilk kez 1840 yılında Alman kimyacı Christian Frederick Schonbein tarafından keşfedilmiştir. 1860 yılında Monako şehrinin su arıtma tesisinde dezenfeksiyon amacıyla ozon gazı kullanılmaya başlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı esnasında ise Alman askerlerinde yaralanma sonrasında gazlı gangren, enfeksiyon, yanık ve fistüllerin tedavisinde kullanılmıştır. 1880 – 1932 yılları arasında ise ozon gazının kullanımı Amerika’da alternatif ilaç olarak kullanılmıştır. İlk kez 1840 yılında keşfedilme ve kullanılmaya başlanmasına rağmen ozon gazının tıbbi amaçlı kullanımı ile ilgili ilk bilimsel çalışma Dr. Erwin Pyre tarafından 1932 yılında yapılmıştır. Dr. Erwin Pyre ozonu cerrahi hastalarında kullanmış ve çalışmasının sonuçlarını 59. Alman Cerrahlar Birliği Toplantısında sunmuştur. Dr. Erwin Pyre’nin bu çalışması ile bugün bilinen adıyla ozon tedavisinin başlangıcını oluşturmuştur. Günümüzde bir çok ülke hekimleri tarafından geçerliliği kabul görmüş tedavi yöntemleri arasında yer almaktadır.
O3 formunda bulunan ozon gazı normal oda sıcaklığında 30 dakikada parçalanırken, biyolojik ortamlarda hızla oksijen (O2) ve oksijen radikallerine (O-) dönüşerek vücutta kontrollü bir oksidatif stres oluşturur.
Ortaya çıkan oksijen, kanda bulunan ve görevi dokulara oksijen taşımak olan hemoglobinlere bağlanır. Tek kalan oksijen molekülü ise vücut için istenmeyen bir durumdur ve vücutta oksidatif bir stres oluşturur. Oluşan bu oksidatif stres durumu vücut tarafından bir tehlike ve tehdit olarak algılanır. Bu durumu bertaraf etmek amacıyla vücudun antioksidan savunma sistemlerini etkileyen sitokinlerin salınımı artar. Ozonun plazma ile teması ile birlikle özellikle Hidrojen Peroksit (H2O2) adı verilen enzim aktive olur ve ozon esas etkisini hidrojen peroksit aracılığı ile gösterir. Hidrojen peroksitin artışı vücuttaki diğer antioksidan sistemlerin de devreye girmesini sağlar.
Vücut tarafından istenmeyen bu oksidatif durumun sağlanması ve vücuda zararlı olmaması için verilecek ozonun tedavi edici dozlarda olması gerekmektedir.
ANALJEZİK ETKİ : Zincirleme reaksiyonlar sonucunda ortaya çıkan araşidonik asit; prostoglandin adı verilen enzim sentezlenmesini uyarır ve vücutta anti-enflamatuar yani iltihap önleyici etkilere, kan akımında artışa, dokuların oksijenlenmesinde artışa ve ağrı reseptörlerinin etkisinde azalma ve kaslarda gevşemeye neden olarak analjezik (ağrı kesici) etkiler sağlamaktadır.
İMMUNSTİMÜLAN ETKİ: Vücudun savunma sisteminin en önemli parçalarından olan makrofaj ve lökositlerin ozona ve tek kalan oksijene maruz kalması ve hidrojen peroksitin artışı sonucunda bağışıklık sistemi hücrelerinin (interferon, TNF-alfa, IL-2 gibi sitokin ve lenfokinler) uyarılmasını artar. Bu reaksiyonlar sonucunda vücudun bağışıklık sisteminin uyarılması sağlanmış olur.
KAN DOLAŞIMINA OLAN ETKİ: Ortaya çıkan bu enzimatik reaksiyonlar damar duvarından Nitrik Oksit (NO) adı verilen bir molekülün salınmasına neden olur. Nitrik Oksit, damarda genişlemeye neden olarak kan akımının artışı, kan damarlarının daha elastik ve esnek bir yapı kazanması, damarlarda plak oluşumuna engel olarak ateroskleroz adı verilen damar iç yapısının daralmasına engel olması, pıhtılaşmada görevli olan trombosit üretimini artırması ve trombositlerden bulunan büyüme faktörleri aracılığıyla kanlanma bozukluğu veya ülserli dokularda iyileşmesine yardımcı olmaktadır.
ENERJİ METABOLİZMASINA ETKİ: Ortaya çıkan bu enzimatik reaksiyonlar; asıl görevi eritrositleri (kırmızı kan hücreleri, alyuvarlar) korumak olan glikoz – 6 fosfat dehidrogenaz (G6PD) enzim aktivitesinde artış, aerobik glikolizin artışı ile glikozun hücre içine girişinde artmaya neden olarak kan şekerinde azalma, 2,3-difosfogliserat (DPG) enziminde belirgin bir artışa neden olarak hemoglobinlerin taşıdığı oksijeni dokulara bırakmasını sağlayarak dokularda oksijenlenmesinin artmasına neden olmaktadır. Ayrıca antioksidan sistemlerin kan dolaşımındaki lipidlerle doğrudan bir etkileşime girerek yağ asitlerinin parçalanmasını sağlayarak kan lipid profiline olumlu bir etki sağlamaktadır.
ANTİMİKROBİYAL ETKİ: Ozonun güçlü oksidatif özellikleri nedeniyle tüm bakteri, mantar, virüs ve parazit türlerine karşı öldürücü bir etkisi bulunmaktadır. Vücudun antioksidan etkilerinin güçlü olması ve ozonun tedavi edici dozlarda uygulanması nedeniyle bu oksidatif durum insan hücrelerine bir zararı bulunmamaktadır.
İYİLİK HALİNE ETKİ: Beynimiz ağırlık olarak vücudun %3’lük bir kısmını oluşturmasına rağmen vücuda giren oksijenin dörtte birini beyin tüketir. Dolayısıyla ozonun etkisiyle artan doku oksijenlenmesi, beyni de olumlu olarak etkiler.
Artan metabolizma endorfin ve melatonin hormonlarının salınımında, sinirsel iletişimin yoğunluğunu ve kalitesinde artışa neden olur. Endorfin ve melatonin hormonlarının artışına paralel olarak kişinin daha zinde, daha enerjik olmasını, halsizlik, isteksizlik, uykusuzluk, enerji azlığı, konsantrasyon güçlüğü, kronik yorgunluk, yaygın kas ağrıları, depresyon, anksiyete gibi şikayetlerinde azalmaya neden olmakta ve kişinin iyi hissetmesini sağlamaktadır.
DETOKS ETKİSİ: Ozonun oluşturduğu etkiyle karaciğer hücrelerinde mikrozomal sistemin aktive olmasını sağlayarak vücutta bulunan fenol, pestisit, ilaç atıkları, toksik, asidik maddeler ve diğer serbest radikalleri azaltarak detoks etkisi oluşturmaktadır.
CİLT HASTALIKLARINA ETKİSİ: Ozonun güçlü oksidatif özellikleri nedeniyle tüm bakteri, mantar, virüs ve parazit türlerine karşı öldürücü etkisi nedeniyle cilt ve mukozalarda bulunan bakteri, mantar ve virüs enfeksiyonlarına karşı etkili bir tedavi yöntemidir.
Hastalık nedeniyle uzun süre yatmaya bağlı ortaya çıkan bası yaraları (dekubitus ülserleri), bacaklarda ortaya çıkan ciddi yaralar (ulkus kruris), şeker hastalarının iyileşmeyen yaraları, ameliyat sonrası zor iyileşen yaralar ozon tedavisinin temel uygulama alanlarından biridir.
Cilt hastalıklarında ozonun kan yoluyla verilmesi haricinde ozonlu yağlar, torbalama ya da ozon sauna yöntemi ile sorunlu deri bölgesine bölgesel olarak ozon gazı verilmesi de etkili olmaktadır.
Ozon gazı tedavi amacıyla farklı uygulamalar şeklinde uygulanabilmektedir. Hangi hastalıkta hangi uygulamanın tercih edileceği, hangi uygulamanın daha sağlıklı olacağı hasta ve hekimin ortak vereceği bir karardır.
MAJOR OTOHEMOTERAPİ: Hastadan alınan kanın ozonlandıktan sonra tekrar damardan hastaya verilmesi işlemidir. Hastadan steril bir şekilde özel vakumlu şişeler aracılığı ile 50-100 ml (yaklaşık bir çay bardağı) kan alınır. Ozon jeneratörü tarafından uygun dozda hazırlanan ozon gazı hastanın kanının bulunduğu vakumlu şişeye ilave edilir. Ozon ve kan karıştırıldıktan sonra yavaş bir şekilde tekrar aynı damardan hastaya verilir. Bu yöntemde ozon uygulaması yaklaşık 15-20 dakika sürmektedir.
MİNOR OTOHEMOTERAPİ: Hastadan alınan 2-10 ml miktarında kanın ozonlandıktan sonra kas içerisinden hastaya verilmesi işlemidir. Major otohemoterapide olduğu gibi yine damardan kan alınır. Ancak bu sefer 2-3 ml miktarında alınır. Alınan kan, ozon gazı ile karıştırılarak kas içerisine edilir.
ENJEKSİYON YÖNTEMİ: Ozon cihazı tarafından uygun dozda hazırlanan 3-6 ml miktarında ozonun cilt altına, rektum, vagina ya da eklem boşluğuna verilmesidir.
TORBALAMA YÖNTEMİ: Tek kullanımlık bir torba vasıtasıyla ozon gazının cilde uygulanması işlemidir. Özellikle kol ve bacak yaralarında uygulamanın yapılacağı bölge tek kullanımlık torba içerisine hava almayacak şekilde konulur. Özel bir sistemi ile torba içerisine ozon gazı verilerek yaralı bölgenin ozonlanması sağlanmaktadır.
OZONLU YAĞ UYGULAMASI: Ozonun zeytinyağı içerisine eklenmesi ile oluşturulur. Ozon belirli zaman aralıklarında zeytinyağı içerisine ilave edilir ve zeytinyağının ozonla kıvam alması sağlanır. Ozonlanmış yağ özellikle cilt hastalıklarında kullanılmaktadır.
OZON SAUNA – TRANSDERMAL OZON UYGULAMASI YÖNTEMİ: Özel olarak tasarlanmış, sıcak buharlı kabinde ozon gazının cilt yoluyla kişiye uygulandığı, sauna keyfi ile birlikte ozon tedavisinin sağlandığı bir uygulamadır. Sıcaklığın etkisi ile açılan gözeneklerden kabin içerisine verilen ozon ciltten emilerek kan, lenf ve yağ dokusuna geçerek etki sağlamaktadır. İnfrared (kızılötesi) özellikli ozon saunalar klasik saunaların aksine havayı ısıtmak yerine doğrudan vücuda odaklanarak vücut ısısının artmasını sağlamaktadır. Bu etki sonucunda klasik saunalara göre yedi kat daha fazla terleme oluşturarak derinin 4-6 altına kadar etki etmektedir.
Ozon Sauna hakkında Detaylı Bilgi için Tıklayın
Dr.Mesut Ersoy